İslami Kimliğini Koru: Şüphe ve Şehvet Çağında Müslüman Kalmak

Haziran 25, 2025

Abdullah Özütürk’ten Hayati Bir Uyarı ve Kurtuluş Rehberi

Günümüz dünyasında İslami kimlik nasıl muhafaza edilir? Arkadaşlar, önce şu soruyu sormak lazım: İslami kimlik konusu neden önemlidir? Bir şeyin önemini biz neye göre anlarız? Genelde, bir konunun gündemde olması onun önemini gösterir. Örneğin Filistin konusu. Neden bu kadar önemli? Çünkü gündemin göbeğine oturmuş bir mesele. Dolayısıyla bu konuyu konuşmak da aynı oranda önemlidir. O halde ölçümüz şu: İnsanların gündemini meşgul eden meseleler, öneminden dolayı meşgul eder. Yani Filistin konusu önemlidir ve konuşulması da o derece mühimdir. Şimdi İslami kimlik meselesine gelirsek… Belki söyleyeceklerim yanlış anlaşılabilir ama bu mesele en az Filistin kadar önemlidir, hatta belki daha da önemli olabilir. Neden mi? Filistin’deki Müslümanlar bombardıman altında can veriyorlar; ama gözlerini açtıklarında cennette açıyorlar. Peki ya biz? Bizler ve evlatlarımız, yaşadığımız dünyanın yapısı gereği, her gün şüphe ve şehvet fitnesiyle karşı karşıyayız. Bizim maruz kaldığımız saldırılar farklı; bizim bombardımanımız medya, internet, ideolojik akımlar. Ve bu iki fitne çok tehlikeli: Şüphe ve şehvet.

Şüphe ne demek? Arapça kökenli bir kelime. İştibah kökünden gelir. İştibah da ihtilat yani karışma anlamındadır. Hak ile batılın birbirine karıştığı duruma şüphe denir. Yani batıl, hak suretinde sunulur. Bu sosyal medyada, gündelik dilde karşımıza çokça çıkar. Gençler hak zannettikleri batıla inanarak yollarını kaybediyor. Bu şüphelerin sonucu olarak, birçok genç ateist, deist ya da agnostik hale geliyor. Bu bir vakıadır. Türkiye’de çeşitli sohbet ortamlarında defalarca dile getirdim: Eğer bu fitneye karşı bir set oluşturamazsak, çok yakında her evde bir dinsiz bulunacak. Anne-babalar Müslüman olsa bile evlatlardan biri ya deist, ya ateist ya da agnost olacak.

İkinci fitne ise şehvet fitnesidir. Bu da Arapça bir kelime. “Şehîye” fiilinden gelir, sevmek, rağbet etmek demektir. Şehvet, nefsin hoşuna giden dünyevi lezzetlere rağbet etmektir. Bu da günümüzde çok yoğun yaşanıyor. Televizyonlar, diziler, reklamlar her yerde şehveti körüklüyor. Dolayısıyla bu iki fitnenin altında kalan gençlerin yeniden dirilmesi, ayağa kalkması çok kolay değil.

Yeni nesil bu fitnelere fazlasıyla maruz kalıyor. Şüphelerine cevap veremiyoruz, çaresiz kalıyoruz. Türkiye gibi ezanların okunduğu, kütüphanelerin dolu olduğu bir ülkede, bir adam çıkıyor, İslam hakkında ileri geri konuşuyor ve milyonlarca takipçisi oluyor. Karşısına kimse çıkıp da bu şüphenin aslı budur diyemiyor. Böylece fitne büyüyor ve İslami kimlik erozyona uğruyor.

u5225836318 muslim man going to mosque ar 34 v 7 6e3aad62 98a6 4994 9dc7 e6e4e280f450 3

10 yıl önce Ramazan ayında sadece büyük şehirlerde oruç tutulmadığını görürken, şimdi köylerde bile oruç tutulmadığını gözlemliyoruz. Namaz kılan, diniyle ilgilenen insan sayısı gittikçe azalıyor. Bu da İslami kimliğin ciddi biçimde zayıfladığını gösteriyor. Bu mesele yabana atılacak bir mesele değil. Belki de Filistin meselesi kadar önemli.

Peki nedir İslami kimlik? İslami kimlik; ibadet ve itaat bilincinin bir insanın fikirlerinde, fiillerinde ve sözlerinde tezahür etmesidir. Eğer bir insanın bilinçaltında Allah’a ibadet ve itaat duygusu varsa ve bu duygu derinleşmiş, kök salmışsa, o zaman bu kişinin her sözü, davranışı ve düşüncesi buna göre şekillenir. İşte İslami kimlik budur.

Bunu en iyi sahabe örnekliğiyle anlayabiliriz. Mesela Abdullah İbn Revaha. Ensardandır, Allah Resulü’nün şairidir, Bedir, Uhud, Hendek, Mute gazvelerine katılmıştır. İmanla dolu bir hayat sürmüştür. Peki bu sahabeyi bu kadar istikrarlı ve muazzam kılan neydi? İmam Abdurrezzak’ın Musannef’inde geçen bir rivayette, Peygamber mescitteyken sahabeye “Oturun” diyor. Bu sözü mescitte olmayan Abdullah İbn Revaha da işitiyor. Sokakta yürüyor ama duyunca hemen oturuyor. Peygamber ona neden sokakta oturduğunu sorduğunda, “Senin otur dediğini işittim, oturdum” diyor. İşte bu, sorgusuz sualsiz ibadet ve itaat bilincidir. Resulullah da ona “Allah senin itaatini artırsın” diye dua ediyor.

u5225836318 muslim praying in mosque ar 34 v 7 995a83f2 4861 46ce bb35 05b857279eba 1

Başka bir örnek: Kıblenin değişmesi. Peygamber 16-17 ay boyunca Beytül Makdis’e doğru namaz kıldı. Sonra ayet indi: “Yüzünü Mescid-i Haram’a çevir.” Ayet nazil oldu ama bazı sahabeler henüz duymamışlardı. Sabah namazını Beytül Makdis’e doğru kılarken biri gelip “Kıble değişti” diyor. Sahabeler rükû hâlindeyken yönlerini hemen çeviriyor. Ne sorgu var, ne tereddüt. Çünkü onlar Allah ve Resulü’nün sözüne mutlak bağlılık gösterirlerdi.

Bir başka örnek: Enes bin Malik’in içki servisi yaptığı dönem. Henüz içki haram kılınmamıştı. Bir adam gelip “İçki haram kılındı” diyor. O anda herkes içkisini bırakıyor. Kimse “emin misin?” diye sormuyor. Çünkü onların temelinde ibadet ve itaat şuuru vardı.

Günümüzde ise Allah ve Resulü bir şey söylediğinde tartışmalar başlıyor. Şüphe, edebiyat, felsefe… Oysa sahabe aklına gelen ilk şey: Allah dedi, bitti.

Şimdi asıl meseleye gelelim: Bu ibadet ve itaat bilinci nasıl oluşur? Bunun pazarı neresi? Cevap çok net: Bu ortamlar. Bu tür ilim meclisleri. Sokakta, çarşıda satılmaz bu bilinç. Bu ortamlara gelerek, sohbet ederek, çay-kahve içerek, birbirine bakarak, dostluk kurarak oluşur. Çünkü buralar ilim ve hidayet merkezleridir. Buralarda bir mü’mini görmek, namaz kılan birini görmek, Allah’ı zikreden birine rastlamak bile o bilincin gelişmesine katkı sağlar.

Bugün Türkiye’ye izine giden birçok insan, orada 6 hafta kaldığında kimliğinde gevşeme hissediyor. Neden? Çünkü bu ortamlardan uzak kalıyor. Bu yüzden bu meclislere sürekli gelmek, burada oturmak, sohbet dinlemek, kimliğimizi canlı tutar.

Müslim’de geçen bir hadis var: Allah’ı anmak için bir araya gelen topluluğu melekler kuşatır ve Allah onları affeder. Yani burada oturmak bile affa vesile olur. “Ben bu konuları zaten biliyorum” deme. Herkesin affa ihtiyacı var.

Şimdi ilim ve hidayetin bir temsiline bakalım. Peygamber şöyle diyor: Allah’ın bana indirdiği ilim ve hidayet, yağmur gibidir. Yağmur üç türlü araziye düşer:

  1. Biri toprağı kabul eder, yeşerir, hayvanlar ve insanlar istifade eder.

  2. İkincisi ot bitirmez ama suyu tutar, insanlar faydalanır.

  3. Üçüncüsü ne suyu tutar ne ot bitirir; faydasız bir arazidir.

Bunlar insan tipleridir. Birincisi ilmi öğrenip hem yaşayan hem yaşatanlardır. İkincisi anlamaz ama aktarır. Üçüncüsü ise hiçbir fayda sağlamaz.

Faydalı ilim, kalpteki doğru bilgilerin imani hasletlere dönüşmesidir. Bunun alametleri:

  1. Haşyet: Allah’a karşı saygı dolu bir korku.

  2. Amel: Öğrendiklerini yaşamak.

  3. Takva ve vera: Haramdan sakınmak, helalde bile dikkatli olmak.

  4. Dünyalıkları küçümsemek.

  5. Allah’a davet etmek: Yerinde duramayıp insanlara bu mesajı taşımak.

Son olarak, İmam Malik’in bir kıssası: Şam’dan gelen genç talebe vefat eder. Medine’nin büyükleri cenazesine katılır. 3 gün sonra bir salih zat rüyasında o genci görür. Genç, “Her öğrendiğim ilmi meseleye karşılık cennette bir derece kazandım. En sonunda peygamberlere en yakın makama ulaştım” der. Bu olay üzerine ilmi bırakan birçok kişi tekrar ilme sarılır.

Ey Müslüman kardeşim! Bir-iki mesele öğrendiğinde Allah’a yakınlaşıyorsun. Bu kadar basit ve bu kadar kıymetli. Mektep senin adresindir.

Sık sorulan sorular